29 Ağustos 2011



Yönetmen: Zeki Demirkubuz
Oyuncular: Taner Birsel,Başak Köklükaya,İskender Altın,Meriç Eronat
Yapım:2001 / Mavi Film





Harun ve Nilgün`ün sorunları, iç çatışmaları ve kavgaları etrafında ilerleyen film aynı zamanda Karanlık Üstüne Öyküler üçlemesinin ikinci filmi.İlk film Yazgı(2001),ikinci İtiraf(2001) ve üçüncüsü,başrolünü Zeki Demirkubuz'un bizzat üstlendiği Bekleme Odası(2003) 


Şimdiye kadar izlediğim tüm Demirkubuz filmlerinin içinde aldatmak yer alıyor.Sebebini gerçekten merak ediyorum.Tüm filmlerinde niçin 'aldatmak' temasından yola çıkıyor acaba? 


Her neyse İtiraf'a geri dönelim.






Harun,karısının kendisini aldattığını anlayınca bunu onun ağzından da duymak istiyor çünkü;dile getirilmeyen gerçekler,gerçek değil yalnızca şüphedirler.ve bir gerçeği kabullenmek,gerçeğin üstünü örtmekten daha kolaydır.Harun'un düşünceleri anlayabildiğimiz kadarıyla bu yönde ancak ne yazık ki gerçekleri karısına 'itiraf' ettiremiyor.Film ilerledikçe Harun'un aldatma konusuna yıllarca takıntılı olduğunu anlıyoruz;çünkü kendi ilişkileri de bu şekilde başlamış ve aslında şimdi zamanında yapılamayan 'itiraf' ı yaptırmaya çalışıyor karısına.Biliyor ki eğer itiraf edemezse,bu durum onu bitirecek,ölümüne sebep olacak.Tıpkı 'diğer adam' gibi.






Başrollerde Taner Birsel,Başak Köklükaya ve sigara var.Taner Birsel'i ilk defa izledim.İyi bir oyuncu.Zaten Zeki Demirkubuz'un oyuncu seçimi konusunda yanıldığı görülmemiştir.Başak Köklükaya ise tüm zarifliğiyle  salınıyor filmde.Rolünü ise adeta yaşıyor.Sigaraya gelince,o Demirkubuz sinemasının demirbaşlarından.Bir Demirkubuz filminin yanında en iyi neyin gideceğini Demirkubuz'un kendisi söylüyor izleyiciye.






Birini aldatan kişi bir gün mutlaka sizi de aldatacaktır.Evet,benim filmden çıkardığım ders bu oldu.Zeki demirkubuz filmleri öylesine hayatın içinden ki...Sanki,sık sık kavgalarını duyduğunuz bir çiftin evine gizli kamera yerleştirilmiş ve siz de bunu izliyorsunuz.Her şey o kadar gerçek ki,tüm bu olaylar sizin başınıza gelmiş gibi hissedebiliyor,kendinizi filmdeki tüm karakterlerin yerine koyabiliyor ve onlar gibi düşünebiliyorsunuz.Onun filmlerini izlenebilir kılan en önemli şeyse bu.Anlatmak istediği her şeyi,olanca gerçekliğiyle içinizde hissediyorsunuz.Karakterlerle birlikte yaklaşık 90 dklık bir yolculuğa çıkıyor,onların hayatına misafir oluyorsunuz;ama izleyici olarak değil.Bizzat kahramanların kendisi olarak.İşte Zeki Demirkubuz sinemasının benim için özeti bundan ibarettir.


Sadece bu filmi değil,tüm filmlerini tavsiye ederek sonlandırıyorum yazımı.


İyi seyirler.

28 Ağustos 2011

Oxford Shoes


 Uzun zamandır moda olan,benimse gözümün yeni yeni alıştığı şahane ayakkabılar.İlk zamanlar çok erkeksi bulduğum için sevmiyordum bu harika şeyleri.Haksızlık etmişim! Şu an o kadar sevimli, o kadar şık görünüyorlar ki gözüme.



Etek,elbise,şort,kot her şeye uyum sağlıyor bu şahaneler.



 Kesinlikle stil sahibi kadınların tercihi bu ayakkabılar.Çok sıradan bir kombini bile farklı kılabiliyor.

Görüntüyü biraz daha feminenleştirmek isteyen hatunlar bu tarz çorapları ve topuklu oxfordları tercih edebilir.




Sadeliği tercih edenler için ise şöyle bir model ideal olacaktır.




Sarılara bayıldım.Kahverenginin ise fazlaca erkeksi olduğunu,bu yüzden daha renkli ya da açık renklerin(örneğin pudra desenli) daha hoş durduğunu düşünüyorum.Ayrıca paçası kıvrılmış kotların ruh ikizinin bu ayakkabılar olduğuna inanıyorum.

Gittigidiyorda envai çeşidini bulmak mümkün.Tavsiye edilir.

25 Ağustos 2011

Fringe



Creators: J.J Abrams( Kendisi Lost'un yaratıcılarından biri aynı zamanda)Alex Kurtzman,Roberto Orci

Oyuncular: Anna Torv (Olivia Dunham)
Joshua Jackson (Peter Bishop)
John Noble (Dr. Walter Bishop)
Lance Reddick (Phillip Broyles)
Jasika Nicole (Astrid Farnsworth)

Tür: Bilimkurgu,gerilim,gizem


Olaylar bir J.J Abrams klasiği olarak uçakta başlıyor.Aman Allahım yine mi uçak yine mi düşecekler diye düşünmekten alıkoyamıyorsunuz kendinizi eğer bir Lost tutkunuysanız;ama panik yok.Dizinin Lostla alakası yok.Tabi yine gizem açısından benziyorlar birbirlerine.allah sonunu benzetmesin.Amin :)

Her bölümde değişik gizemli vakalar yaşanıyor.Bu olaylar yapılan bilimsel deneylerin ürünü oluyor.Birileri sürekli deneyler yapıyor ve tüm dünyayı ve insanları denekleri olarak görüyor.Teknolojiden ürküyor insan ister istemez.
Karakterlerden söz edelim biraz da:

Olivia Dunham:


Kendisi FBI ajanı.Homeland Security'den :) Sarışın,uzun boylu güzel bir ablamız.Aynen fotoğrafta görüldüğü gibi takım elbiseler içinde geziyor; ama şu kıyafetlerin içinde bile oldukça güzel görünmeyi başarıyor,her nasılsa.Ayrıca ben Blake Lively'ye çok benzediğini düşünüyorum.dizide ise,oldukça güçlü,zeki ve cesur bir kadın.


Dr. Walter Bishop:



Sevimli,çılgın,hafif psikopat bir bilim adamı.Uzun yıllar akıl hastanesinde yatmış.zamanında çılgın birçok deneye imza atmış.her olayı çözebiliyor maşallah.oldukça zeki ama en çok sevimli.Evet,benim hafızama sevimliliğiyle kazındı.Uzun yıllar hastanede yattığı için,en olmadık zamanlarda çok sevdiği yiyecekleri istiyor :) Bkz: yukardaki foto :)

Walter'cığımın bir de karizmatik fotoğrafını paylaşmak istiyorum.


Back to the future'daki çılgın Doktor Emmett Brown'dan sonra en çılgın,en sevimli doktor ödülünü kendisine verdim gitti.


Peter Bishop:



Dawson's Creek'ten tanıdığımız Joshua Jackson hayat veriyor Peter Bishop'a.Bu adam yaşı ilerledikçe karizmatikleşmiş onu fark ettim.Dawson's Creek'te tombiş,gıcık bi şeydi.Ergenliğini bilirim yani;ama burada seveceksiniz kendisini.dizide Walter Bishop'ın oğlu rolünü canlandırıyor.Tüm bu olayları çözmede ekibe katkıları oluyor ve kendisinin deyimiyle Walter'a bakıcılık yapıyor :)

İşte muhteşem üçlü

Henüz 1.sezon 12. bölümdeyim.İzledikçe görüşlerimi bildirmeye devam ederim.Eğer siz de biraz zihin yorabileceğiniz güzel bir dizi arıyorsanız Fringe'i kesinlikle tavsiye ederim dememe gerek yok sanırım :)

C Blok

C Blok



Yönetmen : Zeki Demirkubuz
Oyuncular: Fikret Kuşkan,Zuhal Gencer,Serap Aksoy,Selçuk Yöntem,Ülkü Duru
90’lı yılların depresif filmlerinden biri C-Blok.Bugün bile sanat filmi tadındaki filmlerin gördüğü muameleyi düşündüğümüzde,bu filmin dönemin popüler filmleri içerisinde yer alamamasının sebebini anlayabiliriz.Olaydan çok duygulara ağırlık veren bir film.Sinemada aksiyon,komedi görmek isteyen izleyici hak ettiği değeri verememiş bu filme.
Zeki Demirkubuz’un ilk filmi olması açısından dikkat çekiyor.Demirkubuz’un diğer filmlerindeki bunalım atmosferini ve kasvetli havasını bu filmde de görmek mümkün.Masumiyet,Yazgı;İtiraf filmlerinin yanında zayıf halka olarak değerlendirebiliriz C Blok’u.Nitekim Demirkubuz da .” Oyuncu yönetimi konusunda en başarısız filmimdi.’’  ‘’mesaj kaygımın değil, sinematografi kaygımın olduğu filmimdir.” gibi açıklamalarla bu görüşü desteklemektedir.Bu filmden sonra tarzını değiştirmeye başladığı ve her yeni filmiyle kendini daha da fazla geliştirdiğini görmek mümkün.

Konu itibariyle, C Blok’ta yaşayan Tülay’ın kocasıyla yaşadığı problemler ve aradığı sahiplenme duygusunu kapıcının oğlu Halet’e sığınarak bulmaya çalışması…
Filmin ana teması aldatmak.Zeki Demirkubuz’un birçok filminde aldatmayı görebiliriz ve ben bu konuya neden bu kadar takıntılı olduğunu merak etmekteyim.
Bu filmle, filmlerinde mutlaka bir sahnede görünme geleneğini başlatmış.Alfred Hitchcock’a saygı duruşu olarak nitelendiriyorum bu uygulamayı ve bunu yapan yönetmenleri çok seviyorum.
Sevilen yönetmenlerin ilk filmlerinin mutlaka görülmesi gerektiğini savunanlardanım.Bu işe nasıl başladıklarını,kendilerini geliştirip geliştiremediklerini anlamanın en iyi yoludur bana göre.Zeki Demirkubuz severlerin onun ilk göz ağrısına inisiyatifli yaklaşacaklarını umarak izlemelerini şiddetle tavsiye ediyorum.
İyi seyirler…

Repulsion ( Tiksinti )


Yine başka bir sinema sitesinde favori filmlerinden biriyle ilgili yaptığım bir kritik. Kendi blogumda da yer vermem gereken filmlerden biriydi.Filmi izledikten hemen sonra yazmıştım yazıyı.O yüzden aradım,buldum.Baştan yazmadım.Her neyse,buyrun :)



1965 yapımı filmin yönetmen koltuğunda Roman Polanski var.Apartman üçlemesinin ilk filmi ve siyah beyaz çekilmiş.Filmin ağır ve bunaltıcı havasını tamamlamış bu yönüyle.
Repulsion psikolojik öğelerle bezenmiş bir film ( Üçlemenin diğer filmlerinde de psikolojik öğeler ağır basıyor; ancak Repulsion baştan sona simgelerle dolu psikolojik bir film)
Roman Polanski’nin Ingmar Bergman’dan etkilendiğinin belki de en önemli kanıtıdır Repulsion.
Konusundan kısaca bahsetmek gerekirse Carole (Catherine Deneuve) Londra’da bir dairede ablasıyla birlikte yaşamaktadır.Ablası evli bir erkekle ilişki yaşayan rahat bir kadındır.Carole ise ablasının aksine suskun,içine kapanık ve erkeklerden kaçan bir karakterdir.Ablasının tatile gitmesiyle Carole’ın dünyadan kopuşuna ve yavaş yavaş aklını yitirmesine şahit olur izleyici.Çevresine ve hatta kendisine yabancılaşmaya başlar.
Konusu oldukça basit görünen filmde esas olan konu değil,konunun işlenişi.Günlük hayatta karşılaştığımız her şey filmde simgeleştirilmiş ve Carole’ın aklını kaçırması süreciyle özdeşleştirilmiş.Seyirciyi ürperten ve geren ise sıradışı olmayan bu simgeler.(Bozulan et,filizlenen patates,bozulan yemekler üzerinde uçuşan sinekler gibi tiksindirici görsellerin,Carole ın gördüğü halüsinasyonların şiddetiyle artış göstermesi gibi )


Catherine Deneuve’ün oyunculuğu takdire şayan.Filmin aldığı ödüllerin ardındaki isim bana göre Polanski’den çok Deneuve’dür.
Ağır ilerlemesi nedeniyle zaman zaman filmden kopuşlar yaşayabilir izleyici.Bu da ayrıntıları fark edemememize yol açabilir.Bu nedenle pür dikkat izlenmeli.Ayrıntılar yakalanabilirse filmin sonunda her şey açıklığa kavuşuyor.
İyi seyirler…

Kill Bill



Kill Bill,ahh Kill Bill.Nasıl övsem seni,ne dersem diyeyim az kalacak biliyorum.
Ciddi manada bir Kill Bill 'fanatiğiyim'.Evet fanatiklik Kill Bill sevgimi anlatacak uygun kelime olacaktır sanırım.Bir çırpıda izleyiverdim 2 bölümünü de ve sonra defalarca izledim,yine izledim,yine de izlerim,hep izlerim...Üçüncü filmin çıkacağını duyunca çocuklar gibi sevindim,hopladım, zıpladım.Bu arada vol.3 2014'de vizyona girecek.
Giriş kısmında övgülerimi sunduğuma göre,gelelim esas meseleye.Filmi izlemeyenler için tanıtacağım filmi ama objektif olmamı beklemesin kimse.Hohoyt gören de ben çektim filmi sanacak.Benim filmim olsa bu kadar sahiplenmezdim yahu.abartmıyorum,tamam mı?!

FRAGMAN:


Yapım: 2003 /ABD,Japonya
Tür: Aksiyon,Gerilim,Suç
Yönetmen: Quentin Tarantino
Oyuncular: Uma Thurman(The Bride/ Black Mamba)
Lucy Liu (O-Ren Ishii)
David Carradine(Bill)
Julie Dreyfus(Sofie Fatale)
Sonny Chiba(Hattori Hanzo)
Chia Hui Liu(Pai Mei)
Michael Madsen(Budd)
Daryl Hannah (Elle Driver)
Vivica A.Fox(Vernita Green)
imdb puanı: 8.2 


Filmin teması intikam.Gelelim konuya:
Baş karakterimiz Uma Thurman.'The Bride' olarak anılıyor,'black mamba' da deniliyor.Biz Uma Thurman diyelim :)
Efendim,kendisi bir seri katil.Bill'in de gözdesi.Bill'e ihanet etmesi sebebiyle,cezalandırılıyor tüm ekip tarafından.ekibin başında da Bill bulunuyor.Ekip düğününü basıyor,herkesi öldürüyorlar.Uma Thurman başından vuruluyor ama ölmüyor.Komaya giriyor ve bu 4 yıl çıkamayacağı bir koma oluyor.Hastanede gözlerini açtığı anda ise intikam yemini ediyor ve bir liste hazırlıyor.Kendisine bunu yapanları tek tek cezalandırmaya başlıyor ve işte olay bu andan itibaren başlıyor.

İlk filmde bu listenin yarısını temizleyen Uma,ikinci filmde de liste temizliğine kaldığı yerden devam ediyor.Yani amaç aynı.Tabi ikinci filmde artık esas amacı Bill'e ulaşmak.



Olay kronolojik sırayla anlatılmıyor.Zaman zaman geçmişe dönüp karakterlerimizi daha iyi tanıyoruz.Bol bol kan,el,kol,bacak kesme sahneleri yer alıyor.Her şeyi ciddiye almadığınız sürece bu sahnelerden oldukça keyif alacağınızı düşünüyorum.

işte o meşhur toplu kıyım sahnesi :)

Filmin müzikleri ise olağanüstü.Hiç abartmıyorum gerçekten harika.Yani filmin en çok övülmesi gereken kısımlarından biri bu bence.Sahneleri güzelleştiren,olay örgüsünü daha akıcı kılanın müzikler olduğunu düşünüyorum bu filmde.O kadar doğru seçimler yapılmış ki bu konuda.Aslında her konuda.Oyuncu,mekan,vs.vs...

Film bittiğinde ise kılıçlara karşı özel bir ilginiz oluşmaya başlayacaktır buna eminim.Hatta işi abartıp kılıç koleksiyonu yapmayı bile düşünebilirsiniz.benden söylemesi :)

Bana göre Tarantino'nun en iyi eseridir.Hatta Pulp Fiction bile benim için Kill Bill'den sonra gelir.Böyle de büyük konuşurum :)

Uzun lafın kısası izleyin,izlemeyenlere izlettirin.

İyi seyirler

24 Ağustos 2011

Rosemary'nin Bebeği


Rosemary’s Baby

Rosemary'nin Bebeği en iyi filmler listemde ilk 3'e kesinlikle girmeyi hak eden bir yapım.Üye olduğum birçok sinema sitesinde onunla ilgili yorum yaptım.En beğendiğim yorumumu kendi blogumda da paylaşayım dedim.Buyrun benim gözümden,Polanski'nin başyapıtı 'Rosemary's Baby'
Yapım : 1968 / ABD
Tür : Dram,Gerilim,Korku,Psikolojik
Oyuncular:Mia Farrow,Ruth Gordon,Charles Grodin,John Cassavetes,Ralph Bellamy
Yönetmen: Roman Polanski
Rosemary’nin Bebeği Roman Polanski’nin apartman üçlemesinin ikincisi ve benim üçlemedeki favorim.Film Ira Levin’in romanından uyarlanmış.Kült filmler içinde yer alması gereken ve gerilim nedir sorusuna cevap veren bir başyapıt.Imdb’den aldığı 8.1 lik yüksek puanla da dikkat çekiyor.
Kendisinden sonra çekilen şeytan konulu birçok filme örnek teşkil etmiştir Rosemary’nin Bebeği.

--------------Feci spoiler!!! Filmi izlemediyseniz bu kısmı okumamanızı rica ederim.sonrasında gelecek hiçbir küfürü kabul etmem ona göre :) ----------------------------
Filmin konusundan kısaca bahsetmek gerekirse : Rosemary ve Guy Woodhouse çifti bir apartmana taşınır.Kısa süre sonra komşularından biri intihar eder.İntihar eden kız Minnie ve Roman Castevet’in himayesinde yaşayan zavallı biridir.Ancak kız intihar etmiyor büyük ihtimalle öldürülüyor.Fakat defalarca izlememe rağmen çözemediğim,havada kalan bir ayrıntı bu.Sebebini hala bulamadım )Kısa süre sonra Minnie ve Roman ikilisi Rosemary ve kocasıyla samimi olmaya çalışır ve olaylar da gelişmeye başlar.Minnie ve Roman şeytana tapmaktadır ve şeytanın bir çocuğu olması için Rosemary’yi kullanmak istemektedirler.Guy’ı kandırmak onlar için hiç de zor olmayacaktır ; çünkü Guy hırslı bir oyuncudur ve son rolünü bir başkasına kaptırmıştır.Şeytana tapan bu insanların insanları kör edebilme hatta öldürebilme güçleri olduğunu öğrendiğinde Rosemary’yi onlara teslim etmesi hiç de zor olmayacaktır.Bu sayede Guy’ın rolünü kapan adamı kör ederler ve Guy amacına ulaşmış olur.
Şeytanın tecavüzüne uğrayan Rosemary bunun bir rüya olduğuna inandırılır ve hamile kalır.Hiç bir şeyin farkında olmayan saf kadın olayları arkadaşı Hutch sayesinde çözer.
----------------Tamam geçti şimdi okumaya devam-------------------------


Baştan sona Rosemary’nin gözünden izliyoruz filmi.Bu da kendimizi onun yerine koyabilmemizi,onun gibi neler olup bittiğini merak etmemizi sağlıyor.Aşırı bir güvensizliğe kapılıyorsunuz filmin sonunda herkese safça inanan Rosemary’nin akıbetini görünce.
Mia Farrow ve Ruth Gordon(minnie) harika bir performans sergilemiş.Öyle ki izledikten sonra onlardan başkası oynamış olsa bu kadar güzel olmazdı diye düşündürüyor.Ruth Gordon filmin tedirgin edici atmosferiyle o kadar uyum sağlamış ki…Her kapıyı çalışında tedirgin ediyor.Abartılı makyajı,sürekli rol çalması,meraklı tavırları,pasta yiyişi bile görülmeye değer ayrıntılardan.
Müzikler ise krzysztof komeda’ya ait.Sessiz başlayıp sessizce biten filmin dingin havasıyla oldukça uyum sağlamış.
Kanla,mide bulandırıcı ögelerle korkutmaya ve germeye çalışan filmlerden sıkıldıysanız gerçek gerilim izlemek istiyorsanız hiç düşünmeden tavsiye edeceğim bir filmdir Rosemary’nin Bebeği.Orjinal dilinde izlenmesini de ayrıca tavsiye ediyorum; çünkü dublajını pek beğenmedim.
iyi seyirler…

22 Ağustos 2011

altyazili.com

Bu site hakkında 3-5 cümle yazmazsam ayıp olurdur zira günümün büyük bir kısmı bu sitede geçiyor.Dublajlı film izlemekten nefret ediyorum.Mutlaka orjinal dilinde olmalı.Adından da anlaşılacağı üzere tüm filmler orjinal dilinde ve altyazılı olarak ekleniyor.Ayrıca hd kalite ve tek part.Şiddetle tavsiye edilir. www.altyazili.com :)

edit: heeey kapandı diye üzülmeyiiin..altyazili.net adresinden devam ediyorlarmış artık.

21 Ağustos 2011

Audrey Tautou sinemayı bırakıyor!


Bendeki Audrey Tautou hayranlığı tarifsiz..Bir filmde eğer o varsa hiç düşünmeden izlerim.Evet evet filmin türüne,konusuna,diğer oyunculara falan hiçbir şeye bakmam.Direkt izlerim.
Eh şimdi ben bu habere nasıl üzülmeyeyim Audreyciğim?


Audrey Tautou hayranlığım Amelie ile başladı.Amelie için bir başkası düşünülebilir miydi bilmiyorum.Zaten onun oynadığı her rolü bir başkasına asla yakıştıramıyorum.öylesine bütünleşiyor ki canlandırdığı karakterlerle.



Şu sevimliliğe bakar mısınız? Simsiyah iri gözler,biçimli kaşlar.karakteristik bir yüze sahip bu hatun tam anlamıyla.Böyle bir güzelliği beyazperdede görememek üzecek biz hayranlarını ama; oyunculuğu neden bırakmak istediğine dair bir açıklaması var ki.tamam cicim sen git,biz bakarız başımızın çaresine diyor ve kendisini affediyorum bu açıklamadan sonra.İşte o açıklama:

"Kariyerime hiç de bağlı değilim. Bir sürü b planım var; denizci olmak, çizim yapmak, yeni şeyler öğrenmek istiyorum. Ama zamanım yok... Beni çok sıkıyor bu durum, bu yüzden yakında oyunculuğu bırakmayı planlıyorum. Ayrıca Dev bütçeli filmlerde yer almaktan yoruldum,özgür olmayı tercih ediyorum: ‘’Üstüme büyük dalgaların geldiğini görünce sörf tahtasını alıp sahile geri kaçan bir yapım var"diyen ünlü oyuncu, eski filmlerindeki oyunculuklarından memnun olmadığını da sözlerine ekledi.




Yolun açık olsun Audrey Tautou,umarım sinema için her zaman bir açık kapı bırakırsın.

Shameless





Chicago'nun varoş bir semtinde geçen filmde altı çocuk ve bir bekar babadan oluşan Gallagher ailesinin zaman zaman komik, çoğu zamansa yürekleri burkan hayatları anlatılmaktadır. Evin reisi olan Frank Gallagher (William H. Macy) ise sahtekar, alkolik ve utanmaz bir babadır. Filmde alilenin ve her bireyin kendi içinde yaşadığı maceralar anlatılmaktadır.


Konusu basitçe böyle dizimizin.henüz ilk sezonu yayınlandı ama; bu ilk sezon diziye bağlanmamı sağlayabildi.Keyifle,gülerek, eğlenerek izliyorum.Gallagher ailesi gıpta edilecek bir aile değil biliyorum ama başlarına ne gelirse gelsin bu kadar rahat olabilmeleri,vurdumduymazlıkları,eğlence anlayışları da özenilmeyecek gibi değil yahu :)


Karakterlerden bahsedelim kısaca:


Frank Gallagher : 




Efendim kendisi fotoda görüldüğü üzre,ailenin babası.yani 'iskele babası' ifadesi adeta Frank için yaratılmış.Umursamaz,alkolik,anı yaşayan bir adam ama bu adam aynı zamanda da eğlenceli yahu :) kimi zaman öyle fikirler öne sürüyor ki,evet ya katılıyorum ben bu adama diyorsun.Yani filozof bir yanı da var :) neyse amacım Frank'i övmek değil,kendisi pek de onayladığım bir karakter değil diyerek diğer karakterlere geçiyorum.


Fiona Gallagher:



Ailenin büyük kızı.Annelerinin onları terk etmesi,babalarının ise tam bir 'asshole' olması sebebiyle bir nevi annelik yapıyor kardeşlerine.Tabi dramatize etmeyelim durumu.Bu insanlar eğleniyor karşiim.
Fiona'ya hayat veren Emmy Rossum'u övmek istiyorum biraz.Hatta biraz değil de biraz abartacağım sanırım.
Harika bir ışığı var bu kızın.Çok duru bir güzelliği var.Yani erkek olsam aşık olurum o derece.Ben biraz da Nehir Erdoğan'a benzettim kendisini.Haksız mıyım?

Lip Gallagher:


Ailenin en büyük oğlu.Zeki,çevik aynı zamanda ahlaksız olması yönüyle bilinir kendisi.Benim liseden arkadaşıma da oldukça benziyor.hahah bu bilgi gereksizdi evet neyse :) 

Steve:


Fiona'nın flörtü.Kendini ailenin sorunlarını çözmeye adamış adeta.Zor oğlum senin işin.Denizde kum,Gallagherlarda dert.Bu da bizim Gökhan Özen'e benziyor sanki ya.hahah herkesi birilerine benzetme çalışmam Steve'le sona eriyor.Bundan sonraki karakterleri kimseye benzetmiyorum rahat olun :)

Veronica&Kevin çifti:


Gallagherların komşuları.Eğlenceli ve gayet uyumlu bir çift.Kevin'ın hastasıyız bu arada :) öhöm her neyse :)

Ailenin diğer çocukları Carl,Ian,Debbie ve Liam. Carl enteresan bir çocuk,oldukça yaramaz.Debbie ise büyümüş de küçülmüş,çok sevimli bir kız çocuğu(Hep böyle bi kardeşim olsun isterdim :) ),Ian gay,Liam ise henüz bebek .

Yan karakterler de mevcut ama bahsetmeyeceğim onlardan yeter,izleyin ve görün :)

iyi seyirler.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...